Dün geceden beri pek çok #3Aralik mesajı okudum. Fark ettim ki gözle görünür sorunlar arasında en revaçta olanlar erişilebilirlik ve "sevgisizlik". Bu konuda birkaç kelâm etme hakkını nacizane kendimde görüyorum.
Açıklanan verilere göre Türkiye nüfusunun %7'si engelli, hatrı sayılır bir oran. Bu insanların hayat şartlarının iyileştirmesi için çalışmalar yapılıyor. Gerçekten bazı gözle görülür iyileşmeler var; ancak maalesef bazı şeyler halen sadece sayılardan ve oranlardan ibaret.
Her engel grubunun farklı ihtiyaçları ve yaşadığı farklı sorunlar var. Bir fiziksel engelli olarak benim için ve diğer engel grupları için erişilebilirlik, yani çok lafı edilen rampalar, asansörler, alçak kaldırımlar, düz yollar tam anlamıyla bir ihtiyaç. Bu konuda ciddi yol alındığına inanıyorum. Ancak aldığımız yol henüz yolun yarısına bile denk gelmiyor. Daha dün, çıkışı için asansörü olmayan bir üst geçitte "Sevgi her engeli aşar." sloganını gördüm. Maalesef, sevgi merdiven çıkamıyor😊 Bu yüzden bir yere gideceğimiz zaman bütün bir yolu nasıl gideceğimizi önceden düşünüp hesaplamamız ve önlem almamız gerekiyor. Tabi iyi tarafından bakarsak bu bizi iyi satranççılar yapıyor😊
Ayrıca yolları, binaları erişilebilir yapmak yetmiyor çünkü o erişilebilir binalara, çalışacak, okuyacak engelli bireylerin "kabul edilmesi" gerekiyor.
Asıl olan ve kimsenin çok da önemsemediği konu burada devreye giriyor: Engellilerde eğitim sorunu. Ülkemizdeki özellikle devlet okullarında çok ciddi fiziki sorunlar var, ve özellikle lise seviyesinde bu sorun gözle görülür düzeyde. Engelli öğrencilerin dersliklerin alt katlara alınması bir idari zorunluluk. Ancak bu kulaklar diğer öğrencilerin tepkilerinden çekinerek bunu yapmak istemeyen okul müdürleri de duydu, genellikle öğrencilerin böyle bir tepkisi olmuyor dipnotunu da düşelim.
Eski ve köklü okullarda fiziki sorunların giderilmesi zor, bunu biliyorum ama hiçbir zorluk bir çocuğun eğitim hayatını sekteye uğratmamalı; ki o çocuklar herkes gibi eğitim hayatlarını tamamlayabilsinler. Ancak bu şekilde iyi bir iş sahibi olabilir ve maddi özgürlüklerini edinebilirler. Maalesef mevzuatlardaki "özürlü" ibarelerini "engelli" olarak değiştirmek işleri kolaylaştırmıyor. Sadece şeklini değiştiriyor. Gerçekten bir şeyleri değiştirmek istiyorsak engelli bireyleri okula kabul ederken ya da işe alırken veya hayatın herhangi bir aşamasında herkesten farklı görmemek gerekiyor.
Bu eğitim meselesinde ailelere fazlasıyla iş düşüyor. Geçtiğimiz günlerde Otizmli çocuklara yönelik yapılan saldırı herkesin malumu. Yapılan insanlık dışı hareketten daha fazla bahsedip olaya pirim kazandırmak istemiyorum. Fakat orada beni en çok üzen şeylerden biri, ağlayan, üzüntü duyan anneler ve annesinin üzüldüğünü gören çocuklar oldu. Engelli bir çocuğun ailesi olmanın kolay olduğunu asla söylemiyorum, ancak bu durumun dünyanın sonu olarak görülmesi, ağlamak, kabullen(e)memek yaptığımız en büyük yanlışlardan. Utanma konusundan bahsetmeye zaten dilim varmıyor. Ama aynı zamanda çocuğu ezerler, incitirler diye bir evin ya da belli bir çevrenin içine hapsederek, o çocuğun ileride farklı insanların içine girdiğinde, kendisine bir sorun varmışçasına bakan, görür görmez ilk söylediği şey "Doğuştan mı?"diye soran tiplerle baş etme becerisinin gelişimini de durduruyoruz. Evet "bizler" için bu da olması gereken bir beceri: Elalemin ne dediğine, nasıl baktığına aldırış etmemeyi öğrenmek.
Her zaman böyle şeyler oluyor demek istemiyorum, ama her çocuk gibi engelli çocukların da sosyalleşmeye ihtiyaçları var, ki hayata adapte olabilsinler. Sorunlarla baş etmeyi, başarmayı öğrensinler. Bunun için sokağa çıkmalı, eğitim almalı, hayatın içinde olmalıyız.
Bu konuda kendi aileme teşekkür etmezsem yazım eksik kalır. Bugüne kadar aştığımı düşündüğüm her sorunda annem ve babam başroldeydi. Farklıymışım ve bu kötü bir şeymiş gibi davranmayarak galiba bana bu konuda en büyük iyiliği yaptılar. Üniversite son sınıftayım ve 12 yıldır satranç oynuyorum. Girdiğim her sınavda ve her turnuvada sağlıklı bireylerle mücadele ettim; sınavlarda yavaş yazı yazmama rağmen yanıma yardımcı istemedim, satrancı ise hala kendi hamlelerimi kendim yaparak oynuyorum. Çünkü kendi başıma bunları yapabiliyor olmak beni mutlu ediyor ve açıkçası başka türlüsüne alışmadım çocukluğumdan beri. Yani hazıra alıştırılmadım. Kendi kendime bir şeyler yapmayı öğrendim. Bir çocuk bunu tek başına kazanamaz; ancak onu yönlendiren ve bazen zor da olsa onu kendi başına bırakabilen bir ailenin desteğiyle bu durum mümkün. Bu sebeplerle, insanların önümüze engel çıkarmamaları için bilinçlendirilme çalışmaları hayati önemde; ama engelli bireylerin ve ailelerinin de bu engellerle mücadele etmekte ne kadar azimli olduğu da çok önemli.
Sonuç şu: Bu yıl da 3 Aralıkta engellilerin yaşadığı sorunlardan bahsettik. Herkesi sevgiyle kucakladık. Engelleri aştık, mutlu sona ulaştık. Ya da öyleymiş gibi yaptık.
Yine bizi "bizler" ve "sizler" olarak ayırdık ve sonra aramızdaki engelleri kaldırdık. Kimi insanlar için bu aramızdaki engeller sadece 3 Aralıkta kalkıyor. Kimisi içinse zaten hiç var olmuyor. Şükrediyorum ki hayatımda hep, ikinci olarak bahsettiğim, aramızdaki engelin hiç var olmadığı insanlar var.
Umarım sizin için de hep öyle olur.
Saygılarımla,